top of page

Şiir Gibi Sağlık!

Kendimi bildim bileli okur, kalem bulduğum yerde yazarım. Bazen bu eylemler, belli bir

amaç taşımadığı gibi estetik kaygı da barındırmaz. Zamandan, mekândan, hâletiruhiyeden

bağımsız; ana dilde, çeviriyle veyahut anlamsız…


Ne türü önemlidir okuduklarımın ne de yazdıklarım kategorize edilebilir bir sınıfta… Belki

Kartal sahilinde çimenlere uzanmışken yüzümü koruyorumdur kitabımla, belki de

yolculuğumun saatini bekliyorumdur başkentin gürültülü garında. En sevdiğim romanın ilk

cümlesini besmele gibi başlık yapabilirim bir toplantı notuna ya da günlük tutarım iyi

gelecekse, telefonumun klasörlerine…


Ama şiir mi? Yok! Değil yazmaya cüret etmek, yazılanı okuyabilmek bile destur işidir

bilirim. Kimden diye sormayın, şairi dahi cevap veremez!


Hadi okuması yazması bu denli alengirli, tanımlaması peki? Elbette onu da beceremem!

Başka kaç kavram vardır dünya üzerinde, bunca fazla tanımı olsun da her biri diğerinden

azade? Ben bu konuda anca sığınabilirim 1044 yaşındaki ulu “Şeyh-el-Reis”e:


“Şiir muhayyel sözdür.”


“Şairler söz sultanlarıdır,

Hekimler saltanatlarını vücut üzerinde kurarlar;

Şairlerin dil güzelliği ruha zevk verir,

Hekimlerin özverileri hastaları iyileştirir.”

İbn-i Sina


Avrupa’nın Avicenna’sı, 57 yıllık yaşamının daha yarısını bile görmemişken dünyanın en iyi

doktoru kabul edilen, tıbbın başyapıtlarından “El Kanun Fi’t Tıp” adlı kitabın ve bilinen 276

yazılı eserin sahibi; felsefe, geometri, kimya, astronomi, fizik, matematik bilimlerinde de

çağdaşlarının “Büyük Üstadı”; “Hayatın genişliği, uzunluğundan daha önemlidir.” Diyebilen,

11. yüzyıldan bugünü görebilen İslam tıp bilgini İbn-i Sina tanımlamışken şiiri, ben ne

diyebilirim ki?


Ama diyenlerden ilham alarak, döner “zayıf karnımızdan” işlerim kelimeleri: sağlığın ve

hastalığın şairlere eser olduğu yerden… Tıbbın şiire esaretinden…


İfade sanatlarının en dik başlısı olan şiir, efendilerinin tıp karşısında da asiliğine geniş bir

olanak tanımış. Ne kural bilir ne gerçeği tanır ne de sınır sever şairler… Mürekkebini

muhayyilesine gönüllü köle kılmış şair mi dinleyecek bilimi? 18. sonesinde William

Shakespeare sevgilinin güzelliğini, yaşlılığa, ölüme meydan okuyarak aktarmış, her güzelin er

geç solacağını usulca kabullenip, bir sevdiğini ayrı tutmuş biyolojik gerçeklikten. Öyle emin

ki satırlarının gücünden… Uğruna şiir yazılmış sevileni teğet geçecektir ölüm onun nazarında:


“Gölgesindesin diye ecel caka satamaz, sen çağları aşarken bu ölmez satırlarda…”


Arjantinli şair Jorge Luis Borges “85’imdeyim ve ah… Yeniden başlayabilseydim yaşamaya”

diye hayıflanırken hekim öğütlerine kafa tutar: “Dondurma yerdim doyasıya ve daha az

bezelye.” Farkında mısınız der bilmem, yaşam tam olarak böyle bir şey aslında.


Kardiyologlar aşkı över, aşığın hormonları hekimlerin yüzünü güldürürken “Bir tek aşk

yoktur acıya gark etmesin, bir tek aşk yoktur kalpte açmasın yara.” Der sürrealist Fransız

Louis Aragon.


Ama gelin biz bu isyankârlığı anadilimizden irdeleyelim artık. Zira “biz”in ifadesi, sanatların

en yücesi. Türkçeye “Mutlu Aşk Yoktur” diye çevrilen Aragon şiirine tek bir satır yeter kendi

kültürümüzden:


“Gel gör beni, aşk neyledi…”

Yunus Emre


Cumhuriyet sonrası Türk Edebiyatı’nın önemli isimlerinden Attila İlhan, lisede bir kız

arkadaşına dönemin yasaklı ismi Nazım Hikmet’ten şiir yazdığı için tutuklanmış ve Manisa

Akıl Hastalıkları Hastanesi’nde bir süre gözetim altında kaldıktan sonra, cezası yaşının

küçüklüğünden dolayı ertelenmiş. Hatta bu “suç” tan ötürü “Türkiye’de okuyamaz!” diye

fişlendiği bir dönem geçirmiş.


“Birkaç litre kan, bir hayli kemik, epeyce korku

Kestiremedik ne yaptığımızı kim olduğumuzu” diyesi bundan ötürüdür belki, “Ağır Kan

Kaybı” şiirinde…


Yaşamını, fıtratı ve dünya görüşünün buyurduğunca sade, halkın içinde, sıradan bir şekilde

süren Attila İlhan, yoğun entelektüel birikimine rağmen halkın konuştuğu dili şiirlerine ustaca

yansıtabilen şairlerimizdendir. Onun bu görkemli sıradanlığını ‘hastalıklı’ satırlarında da

rahatlıkla okuyabiliriz. Şair son dönem şiirlerinde biyolojik yaşlanmayla oluşan vücut

değişimlerini, yalnızlığı ve ölümü hem fiziksel hem ruhsal gelişmeleriyle kaydeder:


“Yanlış bir mıknatıs fırtınası içindeyim

Şişe yeşili şerare atlamaları

Şurup kırmızısı çakıntılar

Sağım solum her tarafım elektrik

Korkuyorum

Korktuğumun bilincindeyim

Birileri

Şalteri indirdi indirecek

İşim bitik.”


Bir tür nevralji ve tanatofobi şüphesiyle tanı ve tedaviye odaklanmak mümkün değil mi? Ne

yazık ki gerek yok. Şairimizi 2005’te kalp kriziyle kaybettik. Belki bundandır 2002 basımlı

son şiir kitabında bolca sağlık terimleri kullanması ve “Sevmek için geç, ölmek için erken”

çığlığı…


İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesini yarıda bırakan bir diğer asimiz Bedii Faik, insanın sağlık

arzusunu en yalın anlatan isimlerimizden. Hekim olmayabilir ama hiç hasta da olmamış değil

ya!


“Güzel şey sıhhatli olmak

Fosur fosur cigara içmek

Yorgun geceler geçirip

Sabahleyin diri diri kalkmak

Tükürmek dağa, taşa, denize…

Ama kırmızı değil

Hâsılı kardeşim, sen gibi olmak

Ben gibi değil.”


Şiirlerinde sıklıkla çocukluk temalarını işleyen, yayımlanan ilk şiir kitabının adı “Bir Çocuk

Bahçesinde” olan edebiyatımızın “çocuklar şairi” Ceyhun Atuf Kansu ise yaşamı boyunca

aktif çalışmış idealist bir hekimdi. Evet, tahmin edileceği üzere kendisi Çocuk Sağlığı ve

Hastalıkları Uzmanı idi. Şairimizin bir meslektaşı, geçtiğimiz aylarda internette kendisinden

şöyle bahsetmiş: “Kızamık Ağıtı adlı şiirini gözlerimde yaşla okurken, aşı karşıtı

çokbilmişlerin de gözüne sokma hissime engel olamadım.”


Ülkemiz için dönüm noktası tarihlerden 1919’da İstanbul’da doğan Kansu, 1,5 yaşında

annesini kaybeder. Bu ölüm şairin kaderini başka şehre taşır. Günümüzde adı verilmiş bir

caddesi bulunan, babasının izinden giderek Çocuk Psikiyatristi olan kızı Prof. Dr. Bahar

Gökler ’in de yaşadığı ve Doktor Bey’in henüz 59 yaşında hayata gözlerini yummuş olduğu

şehre, Ankara’ya… Hekim olduğunda ise kendi isteğiyle Turhal’a gider. O dönem

hekimliğine daha çok ihtiyacı olan, daha az gelişmiş Tokat’a.


Ülkemizde 14 Mart’ın Tıp Bayramı olarak kutlanmasının onur kaynağı Tıbbiyeli

meslektaşları gibi, yüreği vatan ve halk sevgisiyle dolu şairimiz için çocuklar bambaşkadır.

Dünyanın çiçekleri dediği çocukların desteğe muhtaçlığı, doktor şairimizin korumacı, nahif

ruhunun adeta kırmızı çizgisidir. Ulusalcılığıyla birlikte evrenselliği de kendine şiar edinen

Kansu, din, dil, ırk gözetmeksiniz, tüm kültürlere saygılı, barışçıl bir yaşam sevdalısıdır. Tıpkı

hekimlik mesleğinin düsturları gibi…


Anadolu köyünün çetin kışında kızamık salgını ile mücadele ederken 23 kayıp veren Dr.

Kansu, bunca çabaya rağmen kurtaramadığı çocuk hastalarının ölümünden öyle sarsılır ki

acısını meşhur “Kızamık Ağıtı” şiirinde iliklerimize kadar yaşarız. Sadece acısını da değil,

dönemin koşullarındaki çaresizliği, devlet yetkililerinden yeterli desteği göremediğinin

öfkesini… 2024 yılında başka bir Çocuk Hastalıkları Uzmanının “Okurken ağladım” dediği

bu şiir, hekim olmasa da aynı hassasiyete sahip yürekler için böylesine çarpıcıdır işte.


“Habersiz hepsi, kızamıktan ve ölümden,

Kirli yüzlerinde açan ölümden habersiz,

Ve düşmüş bir gül oluyorlar birden,

Bebekler ölüyor, ölümden habersiz.”


Bundandır uluorta şiir okumaya cesaret edemeyişlerimiz… Bu satırları yazarken bile molaya

ihtiyaç duyuşlarımız…


Müsaadelerinizle… Edebiyatımızın toplumcu gerçekçi sağlık şiirleri yerine, artık salgın

hastalık tehditlerini başarıyla bertaraf ettiğimizin resmi olan raporları okuyup; bilimin, tıbbın

özverisinin bebek bedenlerini güneş gibi aydınlatan ışığını minnetle anıp biraz ferahlayalım

ve kalalım sağlıcakla.


コメント


Bana Mesaj Gönderin

© 2024 by Zuleyha Abdulbakioglu

bottom of page