top of page

6284 Kez Söyledik: Dağları Delme Ferhat, Evi Süpür!

Koca bir kadın mezarlığına dönmüş ülkemde hemen her gün yeni cinayet haberlerine uyanıyoruz. Katil çoğunlukla belli, sebepler genelde aynı… Savunmalar benzer, tıraşlar sinekkaydı… Ütülü takım elbiseler, indirimli iyi haller…


Kadın ve kız çocuklarına yönelik şiddet haberlerinde, haberin kendisiyle birlikte tahammül sınırlarını zorlayan bir de “yorumları” var ki akıllara zarar! Kimileri için belki ilk bakışta masum görünen, iyi niyetli olduğu zannedilen ama aslında tam da bu şiddete meydan hazırlayan, onu besleyip büyüten son derece tehlikeli yorumlar bunlar. Türkiye’de basının olayları aktarırken kullandığı dil bile, hukukun neden bu kadar “erkeksi” işlediğini gösteriyor görmesini bilene. Bazı haber başlıklarından örnekler:


-        “Baba cinneti dört can aldı!”

-        “Psikopat koca karısını öldürdü, intihara kalkıştı!”

-        “Ayrılık acısı şiddete dönüştü!”

-        “Saplantılı âşık dehşeti!”

-        “Alkollü adam karısını tabancayla dövdü!”


Yani erkekler öldürüp dururken, “Tamam öldürüyor ama bir sor neden öldürüyor? Keyfinden değil ki yahu!” diyen alt metinler…


Bir kere biz kim oluyoruz da katile tanı koyuyoruz? Psikopat derken? Neye göre karar verdin haberci arkadaş, kişisel kanaatin mi bu yönde? Sana göre katilin cinayet işleme sebebi sadece erkek olması olamaz mı? Bu ülkede söz konusu erkek kadın ilişkisi olunca ceza denen kavramın pek de caydırıcılığının bulunmaması önemli bir etken değil mi yani cinayette? Gerçi sana niye söyleniyoruz ki, hâkimler de buradan bakıyor tabi… Adaleti sağlamakla görevli merciler “akıl sağlığına” oynayıp katile ‘haklı’ gerekçeler bulmaya çalışırken, sonuçta sen de haberini bu muhtemel mahkeme kararından esinlenerek yazıyorsun… Neyse! Hukuk ve medya değil benim şu an konum, tıp!


Bir sağlık yöneticisi olarak daima ilk baktığım pencere bu benim… Evet, kadın cinayetlerinde de! Zira herkesin, erkek katile psikolojik rahatsızlıklar yükleyip ceza indirimi için iş birliği içinde olmasını kısmen anlayabiliyorum şu ataerkil toplumda ama hekimlere sorumluluk yüklemeyi asla! Kamuoyunda mevzular psikiyatrik hastalıklar, madde bağımlılıkları ve tedavi alanlarıyla ilişkilendirilmeye başlandı ki bu beni korkutuyor. Normalde burada sadece sağlık alanında yazılar yazardım. Bu köşe yazısına beni yönlendiren şey, özellikle sosyal medyada giderek tırmanan bir çığırtkanlığa, “Nerede bu ruh sağlığı uzmanları?” şeklinde öfkeyi yanlış yere yönlendiren, hedefi şaşırtan yaklaşımlara cevap vermek… Zira hekimler hekimdir, hâkim değil! Gerçi bu söylemlere prim veren tıp insanları da yok değil. Biz kadına yönelik şiddetle mücadelede bilmeyenin bilmezliğiyle cebelleşirken, üzücü bir şekilde psikiyatri uzmanları bile var konuyu ruh sağlığı yasası ya da madde bağımlığına indirgeyen…


Aklıselim insan, toplumsal şiddeti psikiyatrik desteğin azlığı gibi sebeplere dayandırarak meşrulaştırmaz. “Tedavi görseydi bu cinayeti işlemezdi.” minvalindeki sığ bakış açısını ancak cahiller dile getirebilir ve bu bakış, hekimleri halkın nazarında hedef gösterir! Sen ülkenin günlük rutini haline gelmiş kadın cinayetleriyle ilgili kalkıp “İşte ben size diyorum ruh sağlığı yasası çıkmalı!” dersen veyahut cinayet haberindeki katilin madde bağımlılığına vurgu yapıp “AMATEM sayısı artırılsaydı bunlar olmazdı.” demeye getirirsen yarın bir gün kitleler “Cinayetlere doktorların tedavi eksikliği sebep oluyor.” deme cüretini gösterir. İlle toplumsal şiddetle ilgili bir şeyler karalayanlardan olmak istiyorsak ruh sağlığından önce ivedilikle caydırıcı cezadan bahsetmeye ne dersiniz? Böylelikle hedef tahtasından psikiyatri uzmanlarını alıp, yerine doğru olanın konmasına katkımız olur, yani hukuk sisteminin…


Mesela madde psikozunda iken işlenen suçların kaynağını kurutmak için AMATEM çokluğu yetmez, daha birçok alanda mücadele gerekir! Şiddetin bir toplumda neden ve nasıl geliştiğinden bihabermiş gibi tüm sorumluluğu - katilin kendisini bile muaf tutarak- maddenin yarattığı psikoza yüklemek de nedir? Toplum vicdanını rahatlatmak için, en sağlıklı bireylerde dahi anksiyete sebebi olan bu haberlerin azalmasını sağlamak için temel ihtiyacımız hukuk ve adalettir, ruh sağlığı merkezi değil. Ruh sağlığı yasası elbette çok zaruri bir ihtiyaç ama daha kanı kurumamış kadın cinayetlerinde kadınları koruyan yasalar neden uygulanmıyor demek yerine dikkatleri “ruh sağlığına” çekmek, en iyi ihtimalle naifliktir… “Hukuk, sosyopolitik sistemler falan ben bunlardan hiç anlamam.” Demektir.


Şiddetin faillerinin şiddeti işlerkenki ruh hallerine vurgu yaparak, şiddetin mağdurunu cezalandırıyor ve toplumun geri kalanının da potansiyel ruh hastası olmasına dolaylı katkı sunuyorsunuz! Sadece sokakta değil; evde, işte, okulda, yurtta, kapalı, açık, uzun elbiseli, mini etekli, yaşlı, genç milyonlarca kadının can korkusuyla yaşayıp, hemcinslerinin kelebek ömürlerinden katilin ‘erkekliğinin’ değil de soyut kavramların sorumlu tutulmasının nasıl yaralayıcı olduğunu gerçekten göremiyor musunuz? Elinde pankartlarla meydanlarda bağıra bağıra adalet isteyen kadınlara niçin kulak vermiyorsunuz?  “Eğer öldürülmeseydik daha kalabalık olabilirdik.” Cümlesindeki tüm kayıpların sebebi sadece ruhsal hastalık ya da madde bağımlılığıyla açıklanabilir mi?


Sağlıkta şiddet gibi, erkek şiddetini pışpışlayan şey de öncelikle hukuksuzluktur. Kişisel vakalar üzerinden toplumsal değerlendirme yapılamaz.

Kadın cinayetlerinde X kişisinin Y’yi öldürebilme cüreti madde bağımlılığı ya da ruhsal bozukluktan önce Y’nin kadın olmasından kaynaklanıyor.

Bazen kadın, bazen kedi, bazen çocuk… Kediyi öldürene gereken cezayı vermeyince çocuk ölüyor, çocuğa tecavüz edene “Küçüğün rızası vardı” denebildiği için kadın da şiddet görüyor. Bu berbat zincirin ilk halkası cezasızlıktan oluşuyor. Buna ses çıkarmayanın, uzmanlığı ne olursa olsun diğer halkalar üzerinden çözüm bulmuş gibi söylem üretmesi gülünç…


Bakın "Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi" (Kamuoyunda bilinen adıyla İstanbul Sözleşmesi) Türkiye tarafından 11 Mayıs 2011 tarihinde imzalanmış bir uluslararası sözleşmedir. Ve son yılların kadın cinayet istatistiklerine bakıldığında en düşük yıl olarak karşımıza 2011 çıkar. Yani ruhsal sağlık ya da madde bağımlılığına dair özel bir çabanın olduğu değil, toplumsal ciddiyet temelli hukukun işlendiği yıl… Türkiye, İstanbul Sözleşmesi'ni ilk imzalayan ve ilk onaylayan devlettir. Ancak bu sözleşme, kamuoyuna yansıyan aleyhte siyasi söylemler sonucu haksız gerekçelerle feshedilmiştir. Kadınların “Ruh sağlığı merkezleri istiyoruz!” diye değil de “İstanbul sözleşmesi yaşatır!” diye talepte bulunmasının sebebi budur.


Kadına yönelik şiddetle mücadelede elimizdeki biricik kazanım olan 6284 sayılı kanun ise uygulanmıyor, fiilen devre dışı bırakılmaya çalışılıyor ve varlığı sürekli tartışma konusu olarak bizi korkutuyor. Çünkü eğer onu da kaybedersek hiç şansımız yok. Erkeklere öldürme cüretini veren şeyin ruhsal yasa eksikliği ya da madde bağımlığı değil de hepsinden önce toplumsal eşitliği sağlamayan yasalar olduğunu biz biliyoruz. Toplumsal çürümenin kaynağı uygulanmayan yasalar. Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan’ın katı kararlılığı Bolu sokaklarını çöpten nasıl kurtardıysa, şiddete sıfır tolerans da emin olun AMATEM den daha etkili olacak. Caydırıcı ceza gelince sokağa izmarit bile atamayan halkın, şiddet gerektiği gibi cezalandırıldığında devam edeceğini mi sanıyorsunuz? Şiddet uygulayanların ruhsal dengesinin bozuk ya da madde psikozunda olduğunun vurgulanması, psikiyatrik tedavi görüp “salıverilmiş bulunmasından” bahsetmek, kalkıp psikiyatrist ve psikologlardan sorunlara çözüm beklemek yanlış bir tutum. Onlar tıbbi olarak elbette imkânlar dâhilinde gereğini yapıyor, yapmaya da devam edecektir. Ama suç varsa, önce ceza. 6284’ü uygula! İstanbul Sözleşmesi’ne geri dön. Bu kadar!


Son sözüm canım kadınlara: kadının en büyük düşmanı kadın falan değildir hepsi palavra! Kim demiş kadın kadının kurdudur diye, kimin işine gelir sence bu? Bakma bazı beyni bıyıklı kadınların da eşlik edebildiği yanlış ezberlere sen… Dünyanın her yerinde “Tüm kadınlar özgür olana kadar ben de özgür değilim.” bilinciyle haykıran, hiç tanımadığı hemcinslerinin hikâyeleri için gözyaşı dökerek isyan eden, kadınların cadı olduğu iddia edilerek yakıldığı orta çağ karanlığından beri hiç durmadan savaşan kadın, kadının yurdudur!


Öfkeni diri, başını dik, kız kardeşinin elini sıkı tut!

Comentarios


Bana Mesaj Gönderin

© 2024 by Zuleyha Abdulbakioglu

bottom of page